Komünist Birlik Dergisi’nin üçüncü sayısında Birleşik Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Evrim Saldıran’la dünya, bölge ve Türkiye’deki gelişmeler, BKP’nin çalışmaları ve önümüzdeki dönem atacağı adımlar üzerine gerçekleştirilen röportajın tamamıdır.
“Kuruluş sürecini ise niceliksel ya da örgütsel bir düzlemin ötesinde; kadrolaşma, hazırlık, güç biriktirme ve sağlıklı bir tartışma, gelişme süreci olarak değerlendiriyoruz.”
Merhabalar, geçtiğimiz Eylül ayında toplanan Atılım Kongresi, Birleşik Komünist Parti’yi kurma kararı aldı. Atılım Kongresi’nden Birleşik Komünist Parti’ye giden süreç nasıl bir ayrışma sonucu ortaya çıktı? Bu ayrışmanın sebepleri nelerdi?
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, TKH’de 2024 Mayıs ayı itibariyle başlayan süreci ayrışma olarak tanımlamıyoruz. O süreçte TKH’de mücadele eden ve Atılım Kongresi’yle birlikte yoluna Birleşik Komünist Parti (BKP) ile devam eden komünistler olarak bu süreci bir likidasyon ve tasfiye süreci olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla likidasyona karşı ciddi bir mücadele yürütüldü.
Bu sürecin temelinde ise “nasıl bir parti?” sorusu yatıyor. Sorun yalnızca TKH’de somutlanan bir nitelikten ibaret de değil; o dönem kamuoyuna da açtığımız metinlerimizde bu konuyu daha geniş bir çerçevede, bir dizi noktasıyla ele almaya çaba gösterdik. Türkiye’de sosyalist devrim hedefinden ve iktidar perspektifinden uzaklaşmış, düzen siyasetinin salınımında hareket eden, devrimci siyaset yerine seslenmeyi, Leninist Parti örgütlenmesi yerine siyaset mühendisliğine çıkacak örgütlenme tarzları ve araçlarını, devrimci mücadele yerine kimi noktalarda düzen muhalefetinin dahi gerisine düşen atıllaşmış pratikleri yerleştiren yaklaşımlara karşı bir çıkış olarak tanımlamak gerekmektedir bu adımı.
TKH’de tam da bu bahsettiğimiz çarpık yaklaşımların vücut bulmuş haline dönüştürülmek istendiği ve partinin kuruluş dinamikleri silikleştirilmeye çalışıldığı için Atılım Kongresi iradesi şekillendi. 15 Eylül tarihinde Türkiye’nin birçok ilinden katılımla gerçekleşen Atılım Kongresi ise merkezine, Türkiye’de sosyalist devrimci hattın yeniden inşasını, işçi sınıfına yaslanan devrimci bir komünist parti ihtiyacını, düzen siyasetiyle uzlaşmayan devrimci bir siyaset ve mücadele tarzını yerleştirdi. Tüm bu tartışmalar ışığında ise Birleşik Komünist Parti’nin kuruluşu karar altına alınmış oldu ve örgütlenme çalışmalarına başlandı. 1. Kongre’ye kadarki süreç ise kuruluş süreci olarak yine kongrede karar altına alındı. Aslında, yaklaşık 9 ay öncesinde gerçekleşen kongrenin kararları doğrultusunda adım atıyoruz. Kuruluş sürecini ise niceliksel ya da örgütsel bir düzlemin ötesinde; kadrolaşma, hazırlık, güç biriktirme ve sağlıklı bir tartışma, gelişme süreci olarak değerlendiriyoruz.
Atılım Kongresi’nin hiçbir metni yayınlanmadı ve kamuoyuna dönük birkaç çağrı metni dışında açıklama yapılmadı. Bu tutumun özel bir nedeni var mı?
Atılım Kongresi büyük bir dezenformasyon, tahribat ve ideolojik, teorik, siyasal zeminin yıpratıldığı bir düzlemde büyük bir ciddiyetle örgütlendi. Fakat tüm bu tahrip edilmiş zemin düşünüldüğünde odaklanılması gereken bir “iç örgütlülük” zorunluluğu karşımızda durmaktaydı. Şüphesiz siyasal alanın ve siyasal mücadelenin dışına oturttuğumuz bir örgütlenme, güçlenme, kadrolaşma bakışımız yok. Burada Atılım Kongresi’nin çizdiği çerçevede bir öncelik belirlendi diyebiliriz. Açıkçası Türkiye’nin ve bölgemizin ciddi gelişmelerle çalkalandığı bir dönemde böyle bir kararın alınması bizim açımızdan üzerinde çok durduğumuz ve düşündüğümüz başlıklardan biriydi. Bir diğer nokta ise “siyaset yapmak” diye kodlanan olgunun seslenmeden öteye geçmeyen bir içeriğe sıkışmasına karşı çıkıyoruz. Gerçekliğe oturmayan, bir stratejiyle bütünleştirilememiş her adımın bir yerden sonra mücadeleye güç kaybettirdiğini geçmiş deneyimlerimizden öğrenmiş bulunmaktayız. Bu süreçte, Parti’nin örgütlenmesi başlığını da 1. Kongre olarak kodladığımız Kuruluş Kongresi’ne hazırlık ekseninde ele aldık.
Dünya, Ortadoğu ve Türkiye siyaseti düşünüldüğünde hareketli bir siyasal dönemden geçtiğimizi söyleyebiliriz. Genel olarak yaşanan gelişmelere dair değerlendirmeleriniz nelerdir?
İçinden geçtiğimiz dönemin öne çıkan özelliği emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı ideolojik, siyasal, ekonomik ve toplumsal sıkışmanın dünya halklarını her alanda büyük bir yıkıma sürüklemesi, savaş olgusunu derinleştirmesi, yoksullaşmayı ve geleceksizliği artırması olarak kabaca ifade edebiliriz. Türkiye, özellikle Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği bu evrede tüm bu sıkışmadan en çok etkilenen ülkelerden biri. Bu durumu sermayenin yönelimleri ekseninde ele aldığımızda önümüzdeki dönemde Türkiye’de emekçilerin sermaye düzeninin saldırılarına daha ağır biçimde maruz kalacağını ifade etmemiz gerekiyor.
İki kutuplu dünyanın çözülüşüyle birlikte emperyalizmin tüm dünyada kurmaya çalıştığı tahakküm Ortadoğu’da da büyük bir yıkımı beraberinde getirmişti. Bugün geldiğimiz noktada İsrail’in bölgedeki etkisi ve gücünün ciddi oranda arttığını ifade etmemiz gerekiyor. Bu süreç emperyalizmin ve siyonist İsrail’in Gazze’de uyguladığı katliam politikalarıyla birlikte yeni bir düzleme taşındı. Lübnan’a, İran’a yönelik saldırıların artması ve Suriye’de emperyalizm destekli HTŞ’nin Şam’ı almasıyla birlikte ise Ortadoğu’da hedeflenen emperyalist işgal politikası belirli düzeyde mesafe katetmiş durumda. Bugün İran’a yönelik artarak ilerleyen emperyalist ve Siyonist saldırganlık ise tüm bölgeyi büyük bir savaşın eşiğine getirmiş durumda. Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ilerleyen bu süreç yine geçmişle benzer algı operasyonları ile desteklenmeye çalışılıyor. Nükleer Silah, İran Rejiminin baskıcı politikaları ileriye sürülerek siyasal meşruiyet elde edilmeye çalışılıyor. Tüm bu sürecin sonunda ise Ortadoğu halkları büyük bir yoksulluk, geleceksizlik, açlık ve yıkıma sürükleniyor.
“BKP, Kürt sorununun çözümü noktasında emperyalizmi, sermaye düzenini ve gericiliği bir bütün olarak karşısına almayan her siyaset ve yöntemin bugün başarıya ulaşamayacağını savunuyor.”

Cumhur İttifakı ve Kürt Siyasi Hareketi arasında başlayan yeni çözüm süreci ve Kürt sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin köklü sorunlarından biri olan Kürt sorununda da yeni bir aşamaya gelinmiştir. PKK ile Cumhur İttifakı arasında yürütülen bu sürecin yalnızca ülkenin iç dinamikleriyle açıklanamayacağı, asıl belirleyici olanın bölgedeki gelişmeler olduğunu ve tüm bunlar birlikte ele alındığında fesih kararının anlamının daha iyi anlaşılacağını düşünüyoruz. ABD ve İsrail başta olmak üzere bölgemize dönük saldırıların arttığı, Esad’ın devrilerek cihatçıların iktidara taşındığı, Ortadoğu’da emperyalist güçlerin bölgeyi yeniden yapılandırdığı bir sürecin içerisindeyiz.
Cumhur İttifakı, sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda emperyalizmin bölgeyi yeniden yapılandırdığı sürecin temel aktörlerinden birisi. Bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek ve iç siyasette yaşadığı sıkışmayı aşmak için dün reddettiği Kürt sorununu tekrar raftan indirerek yeni bir süreç başlattı.
PKK, böyle bir siyasi süreçte fesih kararı aldı. Öncelikle, karşılıklı olarak silahların kalıcı şekilde susması, ölümlerin durması ve sorunun siyasi yollardan tartışılması, herkesin ilkesel olarak destekleyeceği bir süreçtir. Fakat bugün emperyalizm, Filistin’de soykırım işlerken, Suriye’de cihatçıları iktidara taşırken, bölgedeki ülkelere siyasi ve askeri müdahalelerde bulunurken, bölgesel bir barışın tesis edilmesinin önünde yapısal engeller bulunmaktadır.
Bugün Türkiye’de sermaye düzeninin yönelimlerinin de emperyalist-kapitalist sistemin iç çelişkileri ve gidişatından bağımsız olmadığı; dolayısıyla düzenin, ekonomik ve siyasi açıdan milliyetçi ve yayılmacı bir tutum olan yeni-Osmanlıcı bir hattı barındırdığı görülmek durumundadır. Siyasal iktidarın, yeni-Osmanlıcı yönelimine “barış, çözüm, demokrasi” kılıfı giydirerek yürüttüğü süreç ise kayyumlar, baskılar, operasyonlar ve tutuklamalarla birlikte ilerlemiş durumdadır. Bugün toplumsal ve siyasal anlamda emekçiler, kadınlar ve gençler tarafından her alanda tepki ve büyük direnişle karşılaşan AKP-MHP iktidarına meşruiyet kazandıracak, ona yeni zeminler sunacak adımların ve mutabakatların ise orta vadede Türk, Kürt, Arap halkları başta olmak üzere bölge halklarının maruz kaldığı sömürü, baskı ve yoksulluğu derinleştireceğini söylememiz gerekmektedir.
BKP, Kürt sorununun çözümü noktasında emperyalizmi, sermaye düzenini ve gericiliği bir bütün olarak karşısına almayan her siyaset ve yöntemin bugün başarıya ulaşamayacağını savunuyor. Bu temel savunu ve yaklaşımın “savaş çığırtkanlığı” olarak ele alınmasına ise karşı çıkıyoruz. BKP, halkların ve işçi sınıfının çıkarına olmayan hiçbir savaşı haklı ve meşru görmemekte; fakat barış olgusunun da emperyalizmin ve sermayenin gölgesinde ele alınamayacağını ifade etmektedir.
Tüm bunlarla birlikte, AKP-MHP iktidarının gündeminde olan “yeni anayasa” başlığının da içinde bulunduğumuz sürecin dinamiklerinden bağımsız gelişeceğini düşünmüyoruz. Düzenin ayaklarını yerli yerine oturtmaya ve AKP-MHP iktidarına meşruiyet sağlamaya yarayacak olan “yeni anayasa” tartışmalarının da Türkiye’de emekçi sınıfların ve halkların çıkarları doğrultusunda ele alınması gerekmektedir. Bu açıdan, PKK’nin feshi ve silah bırakması olgusu başka bir düzlem olmakla birlikte, önümüzdeki dönemde AKP-MHP iktidarından demokratik, özgürlükçü ve barış yanlısı adımlar ve politikalar beklemek hatalı olacaktır.
Onurlu bir barışın yolunu hep birlikte döşemenin, bu çerçeveden geçtiğini, fesihin siyasi anlamının bahsettiğimiz stratejiyle hayata geçebileceğini düşünüyoruz.
PKK’nin fesih kararı aldığı kongre metninde ‘’Demokratik Toplum Sosyalizmi’’ kavramı kullanıldı. Metinde sosyalizm kavramının geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyalizme vurgu yapmak, sosyalizmi dillendirmek önemlidir. Fakat daha önemlisi, “sosyalizm”den tam olarak ne anladığımızdır. Yakın tarih açısından, 200 yıllık bir arayıştan, tüm eksiklerine rağmen dünya tarihinin en ileri kazanımlarından ve deneyimlerinden birçok ders çıkardık. Reel sosyalizm deneyimlerinin yaşamsal önemi, ortadan kalktıktan sonra daha net biçimde görüldü. Bugün dünyanın, bölgemizin ve ülkemizin içinde bulunduğu durum herkesin malumudur. Dünyadaki tüm özgün sosyalizm deneyimleri birlikte değerlendirildiğinde, kapitalizmin karşısında sosyalizm dışında bir alternatifin bulunmadığı açıkça görülmektedir. Fakat açıkça söylemek gerekir ki, geçmişte de bugün de reel sosyalizm deneyimlerinin karşısında konumlanarak, Marksizm’i tahrif etmeye çalışarak, Leninizm’i reddederek ve post-modern tezlerle yola çıkarak, toplumsal kurtuluş mücadelesi gerçekçi ve devrimci bir içerikte verilememektedir.
Reformlarla sınırlı kalacak, sosyalist bir düzeni Kaf dağına öteleyecek, sınıf savaşımlarının üstünü örtecek tüm deneyimler, sermaye düzenini aşmaktan uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Sosyalizm, en basitinden, işçi sınıfının burjuvaziden iktidarı alma programıysa, bu program için bölgemiz özelinde nasıl bir strateji izleneceğine dair net bir perspektife sahip olmak zorunludur. Bugün, reel sosyalizm deneyimlerine ve reel sosyalizmin üzerine basarak dünyada yükseldiği “aydınlanma, cumhuriyet, bağımsızlık” gibi en temel ideolojik temalara karşı tahribatla sosyalizme doğru yol alınması mümkün değildir.
Kürt siyasi hareketiyle Türkiye sosyalist hareketi arasında ortaya çıkan açı ve farklar, bu zeminden doğdu. Bugün gelindiği noktada ise açı neredeyse kapanamayacak bir hâle gelmiş durumdadır çünkü Kürt siyasi hareketi, bu açıdan tercihlerini yapmış bulunuyor. Bu yeni bir durum da değil, en az 25-30 yıllık bir dönüşüm süreci. Muhataplarının da her seferinde kabullendiği bir mesele. Bu tabloda sosyalist hareketlere yapılan çağrının karşılığı, sosyalist hareketin yükselmesiyle değil, sosyalist hareketin Kürt siyasi hareketine eklemlenmesiyle son buluyor. Özellikle son 15 yıllık pratik, bunun sosyalist solun geriye çekilmesini nasıl hızlandırdığını da göstermektedir. Sosyalist bir Türkiye devriminin kaderinin tayin edilmesi artık tartışılmaktan bile vazgeçilme noktasına gelmiş durumda.
Birleşik Komünist Parti olarak, emperyalizm, sermaye ve gericiliğe karşı bütünlüklü bir mücadele programında bir araya gelinmediği takdirde, toplumsal hangi sorunda yan yana gelinirse gelinsin, düzen içi bir siyasi hattın belirginleşmesine ve “reformizm”in güçlenmesine sebebiyet vereceğini düşünüyoruz. Bu sebeple, özellikle dillendirilen Demokratik Toplum Sosyalizmi iddiasının, bu üç sac ayağında sosyalizmle nasıl bir bağlaşıklık kuracağının cevabı bizde bulunmuyor. Bizler için, sosyalist hareketlere yapılabilecek en doğru çağrı, sosyalist bağımsız siyasi hattın belirginleşmesidir. Kürt emekçilerinin, yoksullarının kurtuluşu ve bölgemizde sosyalizm bayrağının yükselmesinin biricik yolunun buradan geçtiğini düşünmekteyiz. Bir de AKP rejiminin karakterini denkleme kattığımızda, böylesi bir rejimden demokrasi, barış ve sosyalizm gibi şeyler beklemenin, hepimizi tarihsel bir yıkıma sürükleyeceği, artık deneyimle sabitken…
“AKP’ye kaybettirmek” ya da “demokratik ortamı geliştirmek” kılıfıyla toplumun önüne getirilecek düzen projelerinin tümü reddedilmek durumundadır. Türkiye’de sermaye düzeninin krizini öteleyecek ya da restore edecek her türlü program karşısında BKP, kapitalizm karşıtı mücadeleyi merkeze koyarak hareket edecektir.”
19 Mart sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile birlikte Türkiye’de gelişen siyasal atmosfer ve tepkisellik bugün biçim değiştirerek devam ediyor. Bir yanıyla Türkiye’de düzenin sıkışmasının ve iç hesaplaşmasının sonucu olarak gelişen bu süreç diğer yanıyla ise neredeyse 12 yıldır toplumda biriken tepkinin açığa çıkmasına neden oldu. İçinden geçtiğimiz süreç düzen cephesinden ele alındığında ana muhalefet ve iktidar arasında oluşan bir gerilim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yalnızca devlete ya da yönetim erkine dair teknik bir durum değil, Türkiye’de siyasal alanda şekillenen güçler ve ağırlıklarına içkin bir durumdur. Başkanlık sistemiyle birlikte merkezi anlamda gücünü toplayan AKP iktidarı, yerel seçimle birlikte CHP’nin birinci parti çıktığı ve önümüzdeki seçimlere hazırlandığı tabloyu bozmak ve kendi önünü açmayı hedeflemiştir. Bu durum ise bir dizi bağlamla toplumda biriken tepkiyi açığa çıkartmış ve Türkiye iki hafta boyu süren kitlesel eylemliliklere, gözaltı ve tutuklamalara tanıklık etmiştir.
Kapitalizmin krizsiz ilerleyemeyeceği sistemin yapısına içkin bir durum. Üretim biçimi ve ilişkileri ele alındığında belirli dönemlerde siyasal, ekonomik ve hatta ideolojik krizlere yol açtığı tüm dünyada karşımıza çıkmaktadır. Bugün de Türkiye’de yaşanan siyasal tabloyu sistemden bağımsız ele almamak gerekmektedir. Çünkü siyasal hareketlenme, toplumsal tepkilerin açığa çıkması, kitlesel eylemlilikler, gençlik eylemlilikleri yalnızca Türkiye’de yaşanmıyor.
Bugün, neredeyse tüm dünya ülkeleri mevcut bir yönetim sorunu ve toplumsal hareketlenmeler yaşamaktadır. Bu düzlem ise özünde emperyalist-kapitalist sistemin geldiği noktayla ilgilidir. Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı bölgesel savaşlar ve ticaret savaşlarının dozajının artması, geleceksizlik, yoksulluk sorununun derinleşmesi, ırkçı hareketlerin kendine gelişme zemini bulması gibi bir dizi başlık ele alındığında sistemin geldiği nokta açığa çıkmaktadır.
Türkiye’de 19 Mart’la birlikte açığa çıkan tepkinin de kapitalizmden kaynaklanan bu sorunları içerisinde barındırdığı görülmelidir. Yoksullaşma, geleceksizlik, işsizlik, gericilik, iktidarının baskı politikalarının yarattığı birikim açığa çıkmış ve üniversiteler, liseler, mahalleler, büyük kent merkezleri, sosyal medya bu tepkinin dışa vurulduğu alanlar olarak şekillenmiştir.
Bununla birlikte ise tepkilerin açığa çıktığı dönemlerdeki siyasal atmosfer, siyasal alandaki güç dengeleri, sosyalist hareketin etkisi ve gücü bu tepkiselliklerin hangi siyasal alana akacağını ve biçimini de etkilemektedir. Bu bağlamda Mart ayında başlayan süreç de Türkiye’deki siyasal güç dengeleriyle birlikte şekillenmiştir. Düzen muhalefetinin yıllardır toplumsal alanda hakim kıldığı seçim, sandık siyaseti ve burjuva aktörlerin öne çıkarıldığı stratejisi, sosyalist hareketin de yıllardır “güncel görevler” diyerek meşrulaştırdığı bu strateji değerlendirildiğinde mevcut tepkiselliğe ana muhalefet partisinin müdahale ettiği ifade edilmek durumundadır
Cumhuriyet Halk Partisi, mevcut tepkiselliği önce ön seçime sonra da erken seçim politikasına taşıyabilmiş ve bu tepkiselliği AKP karşıtlığında tutarak sandık stratejisine endeksleyebilmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında sosyalist hareketin düzen siyasetinin ufkunu aşamayan tezleri ve tutumu da büyük bir rol üstlenmiştir.
Yine de, gerek Türkiye’deki siyasal atmosfer, gerek de düzenin yönelimleri ele alındığında düzen karşıtı mücadelenin güçleneceği bir zeminin bulunduğu tespit edilmek durumundadır.
Homojen olmayan ve Türkiye’deki siyasal konumlanıştan, siyasal alandaki mücadeleden bağımsız şekillenemeyecek olan halk tepkiselliğiyle ilişkilenmede geliştirilecek yaklaşım ise hareketin heterojen yapısına vurguyla oluşturulmamalıdır. Bu anlamıyla ideolojik, siyasi ve hedefleri itibariyle homojen bir halk hareketi öngörüsü kapitalist üretim ilişkileri ele alındığında mümkün değildir. Buradaki sorun, siyasal öncülük ve hareketin hedeflerinin somutlanması sorunudur. Bu açıdan, ortaya çıkan tepkiselliğin kutsanması kadar yok sayılması ve görmezden gelinmesi de hatalı ve Marksizmle uyuşmayan bir tutumdur.
AKP iktidarının korku iklimini yaratmak ve toplumu bastırmak için devreye soktuğu tutuklama ve gözaltı politikası ise 1 Mayıs’ta ortaya çıkan tablo, üniversiteli ve liseli gençliğin mücadelesi ele alındığında istenilen etkiyi yaratmamış ve toplumun sokaktan soyutlanması sağlanamamıştır. Tüm bu süreç, AKP iktidarının baskıcı ve halk düşmanı politikalarına karşı tutum alınmasını güçlendirmiş ve toplum direnç göstermiştir. Bugün AKP-MHP iktidarının yönelimleri ele alındığında 19 Mart öncesinde ortaya çıkarılan ajandanın devrede olduğu ifade edilebilir. AKP-MHP’nin Kürt Siyasi Hareketi ile sürdürülen “çözüm süreci” ile birlikte kendi yolunu hem dış politikada hem de iç siyasette açmaya çalışacağı, bu anlamıyla meşruiyetini güçlendirip yeni anayasayı gündeme getirmesi en yakın ihtimal olarak karşımızda durmaktadır.
BKP, tam da böylesi bir dönemde düzen karşıtlığını öne çıkartacaktır. “AKP’ye kaybettirmek” ya da “demokratik ortamı geliştirmek” kılıfıyla toplumun önüne getirilecek düzen projelerinin tümü reddedilmek durumundadır. Türkiye’de sermaye düzeninin krizini öteleyecek ya da restore edecek her türlü program karşısında BKP, kapitalizm karşıtı mücadeleyi merkeze koyarak hareket edecektir.
Bu sene 1 Mayıs’ta alan tartışmaları öne çıktı. Taksim-Kadıköy tartışmaları ve 2025 1 Mayıs’ını nasıl değerlendirmek gerekiyor?
2025 1 Mayıs’ı AKP iktidarının zor aygıtını devreye soktuğu bir dönemde gerçekleşti. Buna rağmen İstanbul 1 Mayıs’ının kitleselliği geçtiğimiz yıllar düşünüldüğünde gözle görünür bir şekilde kendini hissettirdi. 19 Mart’la birlikte gelişen eylemselliklerin etkisi 1 Mayıs’a yansıdı, emekçiler, gençler, kadınlar 1 Mayıs’ta iktidara karşı tepkilerini 1 Mayıs meydanlarında ifade etti.
Tüm bunlarla birlikte düzen siyasetinin ufkunu aşamayan, sendikalizmden öteye geçemeyen, sınıfın tarihsel ve güncel görevlerini somutlayamayan biçim ve içeriğin değişmesi için güçlü bir sınıf hareketi ve örgütlü bir komünist partiye olan ihtiyacı da görmemiz gerekmektedir. Bu açıdan BKP gerek Taksim-Kadıköy tartışmasında gerek de 1 Mayıs’ta yükselttiği sosyalizm vurgusuyla 2025 1 Mayıs’ında gücü ve olanakları ölçüsünde pozisyon almaya çalıştı.
Taksim, gerek işçi sınıfının tarihsel mücadelesi açısından gerek de Haziran direnişiyle sembolleşmesi açısından düzen ve iktidar karşıtı mücadelede tarihsel ve güncel bir anlam taşıyor. 2025 1 Mayıs’ı açısından ise 19 Mart’la birlikte ortaya çıkan toplumsal hareketin kitlesel bir şekilde alanlarda kendini ifade etmesi büyük öneme sahipti. Dünya işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta düzen ve iktidara karşı tepkinin bütünlüklü ve doğru bir politik zeminde gelişmesi bizler açısından en önemli noktalardan birini oluşturuyor. Bu açıdan Taksim-Kadıköy tartışmasının zemininin ve tartışılma biçiminin doğru olduğunu düşünmüyoruz, mücadeleyi geliştirmekten öte yıpratan bir düzlemin yaratıldığını da ifade etmemiz gerekiyor.
Türkiye sosyalist hareketi açısından birçok yöntem ve mücadele biçimi geçmişte de devreye sokuldu. Biz bu başlıklarda düzenle uzlaşmayan her türlü mücadelenin önemli ve değerli olduğunu düşünüyoruz. Fakat güncellikten yola çıkan uç ve sınıf mücadelesinin seyri açısından gerçekliğe oturmayan değerlendirmelerle yol alınabileceğini ise düşünmüyoruz. Bu açıdan içinden geçtiğimiz dönemin ihtiyaçlarına, işçi sınıfının çıkarlarına yanıt üretilmelidir.
“Devrimci bir komünist Parti’nin inşasının zeminlerini, işçi sınıfına yaslanan ve sınıf siyasetini geliştiren bir mücadele ve eylem biçimini, kadrolaşma, örgütlenme başlıklarını, Sosyalist Devrim Stratejisi’nin bugün önümüze koyduğu görevlerin nasıl hayata geçirileceğini bütün hatlarıyla ele almayı hedefliyoruz.”
Son olarak BKP 1. Kongre-Konferans takviminden ve programınızdan bahseder misiniz ve kamuoyuna dönük bir çağrınız var mı?
Birleşik Komünist Parti, Haziran ayı itibariyle 1. Kongre-Konferans sürecini başlatmış bulunuyor. Bizim açımızdan neredeyse bir yıllık örgütsel takvimimiz Atılım Kongresi’nde belirlenmişti. 1. Kongre-Konferansı da bu takvimin son aşaması olarak değerlendiriyoruz. BKP açısından bu süreç bir değerlendirmeden öte geleceğe dair önemli perspektifler oluşturmayı hedeflediğimiz bir içeriğe sahip. Dünya, Ortadoğu ve Türkiye siyasetini bütünlüklü bir biçimde ele alacağız, geçmiş değerlendirmelerimiz ve Atılım Kongresi’nin siyasal değerlendirmelerinin büyük ölçüde geçerliliğini koruduğunu düşünüyoruz fakat özellikle yola çıktığımız süreçte önemli siyasal gelişmeler yaşandı ve mutlaka devrimci bir perspektifle değerlendirilmesi gerekiyor. Tabii ki bütün bunlarla birlikte bize özgü ve objektif diyebileceğimiz önemli tartışma başlıklarımız da mevcut. BKP bu süreçte bir yıllık pratiğini, çıkış noktalarını ve tezlerini, Türkiye devriminin ihtiyaçları ve sosyalist iktidar perspektifi ışığında bir bütünlüğe oturtmayı hedefliyor. Dolayısıyla 1. Kongre-Konferans sürecimiz tam anlamıyla bir Kuruluş Kongresi niteliği taşıyacak ve Kongre’nin merkezinde “Nasıl bir Komünist Parti?” sorusu yer alacak.
Devrimci bir komünist Parti’nin inşasının zeminlerini, işçi sınıfına yaslanan ve sınıf siyasetini geliştiren bir mücadele ve eylem biçimini, kadrolaşma, örgütlenme başlıklarını, Sosyalist Devrim Stratejisi’nin bugün önümüze koyduğu görevlerin nasıl hayata geçirileceğini bütün hatlarıyla ele almayı hedefliyoruz.
Türkiye sosyalist hareketi açısından da bu yaz sürecinin benzer bir içerik ve değerlendirme süreciyle geçeceğini düşünüyoruz. Türkiye önemli bir döneme doğru ilerliyor. Türkiye sosyalist hareketinin önümüzdeki döneme güç biriktirerek, netleşerek, Marksist-Leninist ilkeler ışığında yolunu açarak girmesinin sosyalizm mücadelesi açısından çok kritik olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.
Bu nedenle sosyalizmin Türkiye’de yeniden güçlü bir seçenek haline gelmesi için herkesi bu mücadelede yerini almaya, Birleşik Komünist Parti’de örgütlenmeye çağırıyoruz.